Kompost konusunda olduğu gibi Biochar konusunda da, özellikle basılı eser olarak literatürümüz fakir. Organik Tarım ve Kompost kitabının “Anaerobik Kompost” bölümünde çok kısaca bahsedilmiş olması dışında, az sayıda akademik yayın ve bazı amatör web sayfaları haricinde ne yazık ki, organik tarım açısından biochar’ın anlam ve önemine dair yazın dünyamızda yer alan kapsamlı bir örneğe rastlayabilmiş değilim. Eğer varsa elbette benim bilgisizliğim, ama öyle bile olsa, ekopolitik yaklaşımla konuyu ele alan basılı eser sayısının bir elin parmaklarından çok olmadığı kesin. Yani, tarımın yanısıra birçok sektörü etkileme potansiyeli taşıyan biochar konusunda da uluslararası alanda çok hızlı, hatta organik tarım konusundan da kompost konusundan da çok daha hızlı ve daha ciddi gelişmeler yaşanırken, harıl harıl yürütülen arge çalışmaları hızla uygulamaya dökülürken, yer yer çiftçiler eğitilip tarlada, bahçede, serada, sahada alınan sonuçlar paylaşılırken, ülkemizde ne yazık ki hala çıt yok diyebiliriz; ve anlayacağınız o ki, gene birinin durumdan vazife çıkarıp bir şeyler söylemesi gerekiyordu ve ihale gene bir emekliye kalmış oldu. Okumakta olduğunuz bu çalışma Şam’da kayısı değil elbette, ama hiç yoktan iyidir diyelim ve inşallah ülkemin vicdanlı aydınlarının bir an önce biochar konusunda aydınlatıcı ve nitelikli birçok eserler vermelerini dileyelim.
“Biological” ve “Charcoal” kelimelerinin kısaltmasından türemiş yapay ve hibrid bir terim olan biochar, muhtemelen en fazla 15-20 yıllık bir geçmişi olan, ama yazarın ancak son bir yıl içinde haberdar olduğu yepyeni bir terimdir. Yeni yeni popüler olmaya başlayan bir konu olduğundan hala birçok bakımdan tartışma konusu olup, henüz üzerinde genel konsensus sağlanmış bir terim de değildir. Kelime kelime Türkçe’ye çevirirsek “biyolojik odun kömürü” anlamına gelir, ancak dilimizde henüz yaygın biçimde kullanılan bir karşılığı olup olmadığı konusu bir yana, biochar ile ilgilenmesi gereken meslek erbabı kitle içinde dahi pek de o kadar bilindiği ve hatta duyulduğu bile söylenemez. İnternette gördüğüm bazı video veya pdf yayınlarda çeşitli Türkçe terimlere rastladım ve içlerinden en çok “biyokömür” terimini beğendim. Ancak bu çalışma içinde “tarım kömürü” terimini de kullanacağım ve hem daha özgün Türkçe olması hem de çok önem verdiğimiz birincil kullanım alanına işaret etmesi bakımından tercih edeceğim.
Alternatifler arasında hangi terimin baskın çıkacağını ise zamana bırakalım. Dilin oluşumu ve gelişiminin temel dinamiği zaten konsensus yani toplumsal uzlaşmadan başka nedir ki? Hem, adlandırma tartışması sadece Türkçe için değil, uluslararası bilim dili niteliğinde olan İngilizce için de söz konusu.
Odun kömürünün “mucizevi” sıfatıyla niteleyebileceğimiz özellikleri arasında soğurma özelliği uzun bir zamandır bilinmekte olup, gerek arıtma gerekse filtreleme amacıyla yaygın bir şekilde sanayide ve günlük yaşamda zaten kullanılmaktadır. Tarım dışında bu gibi amaçlarla da kullanılmasından hareketle “biochar” (biyolojik odun kömürü) adının tarıma özel bir terim olarak kullanıma uygun olmadığını, bunun yerine “soil-char” (toprak odun kömürü) ya da “agri-char” (tarımsal odun kömürü) gibi terimlerin daha uygun olduğunu iddia edenler ve akademi dünyasına önerenler de var.
Bunların arasında konunun uzmanlarından ve üstadlarından sayılan Dr. TLUD adıyla ünlü Dr. P. Anderson’dan da, ve kendisine ait olup çok sayıda makaleyi listeleyen genişçe bir kaynakçaya sahip olan www.drtlud.com sitesinden de söz etmeliyiz.
Dr. Anderson, mealen “… Char odun kömürüdür, payroliz yoluyla biyo-kütleden elde ettiğimiz hammaddedir. Bunun yakıt olarak veya filtreleme amacıyla veya toprağa uygulamak gibi çok çeşitli kullanım alanları olabilir. Biyokütle olmaksızın odun kömürü elde edemiyor olmamız, odun kömürüne biochar adını vermemiz için yeterli gerekçe oluşturmaz. Unutulmamalı ki, mangalda yaktığımız da biochar. Bu bağlamda, toprağa uygulanan odun kömürü için, onun karbon tutulumu açısından bakıldığında değerinden kuşku duyulamayacak yararlarını tanımlayan özel bir terim gerek….” diyor, ve agri-char veya agro-char terimlerinin bazı ülkelerde ticari tescil konusu olması nedeniyle, uluslararası akademik terim olarak soil-char yani “toprak kömürü” terimini öneriyor.
Biochar nelerden elde edilir sorusunun yanıtını üstteki paragrafta net olarak gördük: biochar sadece odundan değil, her türlü biyokütleden elde edilebiliyor, ama sadece biyokütleden. Odun, dal, yaprak, bambu, kamış, saman, ağaç kabuğu, kozalak, bitki sapı, kemik, dışkı, çok çeşitli tarımsal hasat artıkları, ürün işleme artıkları, çerez kabukları, çekirdekler, yani akla gelebilecek her türlü bitki ve hayvan kalıntısından, daha doğrusu bitki veya hayvan kökenli organik maddeden elde edilebiliyor. Doğal malzemeden elde edilen doğal bir ürün ama, son yıllarda bir anda büyük bir ilgi çekmeye başlayınca, Tanrı ile aşık atmaya meraklı birileri şimdiden yapayından söz etmeye başladı bile. Eğer biochar bir gün hak ettiği üzere çok popüler olursa, herşeyin yapayını üretmeye çalışan uyanıklar bunun da yapayını üretmeye kalkabilirler ama o takdirde adı ne olur bilmem.
Eninde sonunda tüm bu adlandırma tartışmalarını bir gün aşıp tek bir terimde illa ki uzlaşacağız ve konunun özüne odaklanacağız. Biochar’ın özünde ne olduğuna bakarsak “karbonlaşmış organik madde” demektir, ki bunu sağlayan unsur, ateşten başka ne olabilir ki?
Ateş deyince “fire” terimiyle fonetik yakınlığı (fayr // payro..) belirgin olan “pyro” terimi ve türevleri karşımıza çıkıyor; örneğin uzun zamandır mutfaklarımızda yer alan ateşe dayanıklı “pyrex” kaplar, veya örneğin organik maddenin “pyrolyze” edilmesi yani “pyrolysis”, ya da telaffuz edildiği şekliyle yazıp Türkçe’ye uyarlarsak “payroliz” gibi terimler. Payroliz’in anlamı ise, “ateş aracılığıyla maddeyi ayrıştırmak veya dönüşüme uğratmak”. Hani herkesin bildiği, ortaokul ders kitaplarına değin girmiş olan ve sanayide çok yaygın olarak kullanılan elektroliz terimine ne kadar da benziyor, değil mi? Elektrik ile ayrıştırmaya elektroliz, ateş ile ayrıştırmaya ise payroliz diyoruz; bu kadar basit.
Sonuç olarak, biochar için “payroliz yoluyla karbonize olmuş organik madde” tanımı netleşmiş oldu. Biochar nedir, nedir, diye merak edenler aradıkları net yanıta kavuştu. Güzel.
Isının ve ateşin organik madde üzerindeki etkisi üç aşamalı olarak gerçekleşiyor; birbirinden tam olarak bağımsız olmasa da, üç ayrı süreçten söz edebiliriz: birincisi kuruma, ikincisi payroliz ile karbonize olma, üçüncüsü ise karbonun yanması. İdealize edilmiş veya yalıtılmış yapay ortamlarda bu üç aşamayı birbirinden ayırmak mümkün olsa da, gerçek hayatta böyle olmuyor. Örneğin sobaya attığınız odunun ateşe değen kısmı alev alıp cayır cayır yanarken, değmeyen kısmı yüksek sıcaklıklara erişip için için yanıyor, sıcaktan iyice uzak kısımları ise hızlı bir şekilde kuruyor ve ısınıyor ve az sonra başına gelecek olan tutuşma olayına hazırlanıyor. Aynı yanma olayının içinde yer alan bu üç farklı süreç, yanmaya maruz kalan biyokütlenin farklı noktalarında aynı anda yürüyebiliyor. Hayatın karmaşıklığı böyle. Ama bizler aklımızı kullanıyoruz, hem doğayı daha iyi ve daha kolay anlayabilmek için her olguyu bileşenlerine veya süreçlerine ayrıştırıp basitleştiriyoruz, hem de yalıtılmış endüstriyel ortamlarda bu farklılıklardan yararlanıyoruz. Şimdi sırayla bu aşamalara bakalım.
Örneğin, bahçenizde budadığınız ağaçlardan elde ettiğiniz dallara odun muamelesi yaparak doğruca sobanıza atarsanız, kolay tutuşmadığını üstelik is yaptığını görürsünüz. Çünkü odunun dokusundaki nem ile ateşin dumanı karışınca isli bir duman çıkarır ve komşularınızı bile rahatsız eder. Çözüm, odunu önce kurutmaktır. Hava akımı olan yerlerde bir süre bekletirseniz, hele ki güneş alan veya ısınan kapalı ve kuru ortamlarda yeterince tutarsanız ve hele ortam sıcaklığı 100°C ’ye olabildiğince yaklaşır ise, nemin tamamına yakını buharlaşarak havaya karışır, yani malzememiz içeriğindeki suyu hızla kaybeder, yani kurur. Geriye kalan ise kurutulmuş bir malzeme ve muhtemelen buharlaşan nemin geride bıraktığı mikro ölçekteki boşluklardır. Böylece, malzememizi sobaya attığımızda çok daha kolay ve de çıtır çıtır yandığını görürüz.
“Kuruma” aşaması, yanma sürecindeki odunun veya biyo-kütlenin başına gelen ilk aşama. Çok hızlı da olsa yavaş da olsa, bu aşama tamamlanmadan diğer aşamalara geçmek sorunludur, zira nemin, yani suyun, ısı kapasitesi yüksektir, enerjiyi adeta hortumlar, yanmayı geciktiren, yavaşlatan hatta söndüren bir etki yapar. Oysa biyokütle eğer kuru ise kolayca tutuşmaya hazır hale gelir.
İkinci aşamadan itibaren ise ısı üreten süreçler, yani yanma başlar. İlkokuldan bu yana herkesin bildiği gerçeğe göre yanmanın gerçekleşebilmesi ancak hava ile, yani oksijen ile mümkündür ve oksijen çevremizde gaz halinde bulunur. Bir yaklaşıma göre ise, oksijen ile buluşabilmesi için yakıtın da gaz halinde olması gerek; yani kullandığımız yakıt katı da olsa, sıvı da olsa, ya onun içinden çıkan gazlar veya yakıtın yüzeyindeki gaz haline gelen kısımlar, oksijen ile temas edince kimyasal tepkimeye giriyor ve yanma gerçekleşiyor. İlk bakışta detay gibi görünen bu gibi modellemeleri bence bilim adamlarına bırakalım ve öncelikle payroliz sürecini makro düzeyde anlamaya odaklanalım.
Yanmanın, farklı türden unsurların etkilendiği farklı süreçlerden oluştuğunu belirtmiştik. Sıcaklık yükseldikçe malzeme içeriğindeki çeşitli maddeler sırayla etkilenir ve malzemenin ana gövdesinden ayrılır, yani ayrışır, yani payroliz gerçekleşir; yani bir önceki aşamada nemini zaten yitirmiş olan biyo-kütlenin içeriğinde bulunan, nem haricindeki diğer maddeler, özellikle volatil maddeler, çeşitli yanıcı ve uçucu maddeler ısının etkisiyle odunun dokularından dışarıya kaçmaya başlar ve oksijen ile karşılaştıklarında ise sıcaklığa bağlı olarak yanmaya başlar. Ama bu olay, sadece yüksek sıcaklığın etkisiyle, deyim yerindeyse “ateş değmeden” oluşan bir yanmadır; ve bu aşamada yanan madde aslında odunun kendisi değildir. Nedir? Isınan odunun içeriğindeki karbon haricindeki maddelerin bir kısmı ısınarak ve gaz haline geçerek sessiz sedasız havaya karışırken, bu gazların bir kısmı da kaçarken oksijenle karşılaşıp kavgaya tutuşur ve “yanma” dediğimiz kimyasal tepkime ile başka maddelere dönüşürler.
Anlıyoruz ki, payroliz sürecindeki yanma, ilk bakışta biraz karmaşık görünen, biraz faklı işleyen bir süreç. Bazı kaynaklarda “oksijensiz” yanma denilen, ama makro ölçekte baktığımızda tam da öyle olmayıp, oksijen oranı sıfıra yakın bir düzeye değin kısıtlanmış bir ortamdaki yanmadan söz ediyoruz. “Cayır cayır yanma” olmayan bu süreci “için için yanma” veya “alevsiz yanma” diye tarif edebiliriz. Nasıl ki yukarıda söz ettiğimiz ilk aşamada 100°C ’nin altındaki sıcaklıklarda “ısı nemi kovuyor” ve biyokütleyi terk etmeye zorluyor, böylece “ biyokütle kuruyor” ise, 100°C üzerindeki, örneğin 300-400°C ve daha yüksek sıcaklıklardaki yüksek ısı da, aynı şekilde, biyokütle içinden başka bazı maddeleri kovuyor gibi de düşünebiliriz.
Farazi ama gerçekçi bir örnek üzerinden gidersek, diyelim ki, biyokütle içeriğindeki falanca A maddesi 300°C ‘de yanarken filanca B maddesi ancak 500°C ’de yanmaya başlayan kompozit yapıda bir malzememiz olsun; çünkü biyokütlenin içeriğindeki her maddenin farklı bir yanma eşiği vardır ve ilaveten sıcaklık, basınç, oksijen yoğunluğu gibi çeşitli parametrelere göre bu eşik değişebilir. Yukarıdaki örneğe göre, eğer fırınımızdaki ortam sıcaklığı örneğin 400°C ise, yanma eşiği 300°C olan A maddesi oksijen ile karşılaştığında yanarken ve ciddi miktarda ısı üretirken, B maddesi ise henüz yanmaya geçemeyecek ve belki de sadece gaz halinde ortamı terkedecek ve atmosfere karışacaktır. Böylece, sıcaklık yükseldikçe, yanma eşiği karbondan daha düşük olan tüm maddeler bu örnekteki gibi birer birer karbondan ayrıştırılmış olacak, deyim yerindeyse “payroliz sayesinde birer birer ayıklanarak bertaraf edilecek” ve sürecin sonunda elimizde kalan yegane madde, katı haldeki karbon olacaktır.
Bu arada, sürecin sonunda, yanma eşiği karbonun üzerinde olan elementlerden oluşan az miktarda madde hala karbon kütlesinin içinde kalabilirse de, şimdilik bu ayrıntıyı önemsiz bir teferruat olarak sadece not etmekle yetinelim.
Görüldüğü gibi payroliz bir anda olup biten bir olay değil, yanma süreci boyunca zamanla yükselen sıcaklığa bağlı olarak değişim gösteren ve odunun içeriğindeki belki de düzinelerce farklı madde için ayrı ayrı işleyen, karmaşık bir süreçtir. Bu süreç tamamlandığında, yani karbon dışındaki tüm maddelerin yanarak veya sadece gaz haline geçip uçarak odunu terketmesinin ardından elde edilen ürün “odun kömürü”nden başka bir şey değildir, yani elimizde kalan malzeme katı halde saf karbondur; ya da “neredeyse saf karbon” diyebileceğimiz bir karbon kütlesidir. Buyurun size Bio-Char.
Ama “sadece karbon” dersek biochar’ı eksik tarif etmiş oluruz. Biochar içinde karbonun yanısıra, yanma eşiği daha yüksek olan başka iz elementlerin varlığını kastetmiyorum, asıl vurgulamak istediğim o değil. Payroliz sürecinin sonucunda tüm volatil maddelerin yanarak veya gaz halinde biyokütlenin dokusunu terketmesinin ardından, arkada bıraktığı asıl hazine, mikro boyutlarda tünelcikler ve gözeneklerdir. Evet, o karbon parçasını biochar yapan eşsiz ve de muhteşem özelliği, işte bu delikli gözenekli yapısıdır. O tünelciklerin duvarlarında daha küçük gözenekler, o gözeneklerin içlerinde daha küçük tünelcikler, onların duvarlarında ise gene daha da küçük gözenekler… Ve işte bu eşsiz yapısal özelliği dolayısıyla biochar, soğurma kapasitesi çok yüksek bir malzemedir ve filtreleme başta olmak üzere çeşitli uygulamalarda çok tercih edilen bir üründür.
Yeri gelmişken belirtmeliyiz ki, bu gözenekli yapı sadece bir geçiş aşamasından ibarettir ve sıcaklık yükseldikçe bu eşsiz amorf yapı gitgide kaybolur ve rastgele oluşmuş düzensiz gözeneklerin yerine düzenli bir kristal yapı oluşmaya başlar; bu yolculuğun ilk istasyonu da kurşun kalem içi olarak bildiğimiz grafit olup, çok yüksek basınçlar altında ta elmas olmaya kadar yolu var. Bu bilgi ışığında, genleri karbon olan çok değerli bir ürün ailesi ile karşı karşıya olduğumuzu da anlamış olduk. Biochar’ı sakın kimse hor görmesin diye, belirmiş olayım ki, elmasın kara derili bir kardeşi!
Yukarıda, payroliz sürecindeki yanmanın “oksijensiz ve alevsiz” yanma olduğundan söz edildi. Bunun için çeşitli düzenekler tasarımlanır. Amaç payroliz sürecini bir sonraki “alev alev yanma” sürecinden yalıtmaktır. Bunun için biochar elde edeceğimiz malzeme genellikle ayrı bir yanma odacığına konur ki buna dair ayrıntıları ileride bir başka bölümde ele almak ve bu bölümde sadece sürecin nasıl işlediğine odaklanmak bence çok daha doğru olacak.
Bu farklı süreçleri, yani ikinci ve üçüncü aşama olarak tarif ettiğimiz süreçleri birbirinden yalıtmak, kesinlikle işin püf noktası, biochar üretiminin can alıcı noktası. Bunun için, tamam diyerek süreci durduracağımız noktayı iyi bilmek gerek. Zira ikinci aşama tamamlandığında, yani yanma eşiği karbondan düşük olan tüm diğer maddeler birer birer bertaraf edilip elimizde sadece karbon kaldığında, bir başka deyişle “yanma sırası artık karbona geldiğinde” eğer yanmayı durdurmaz ve sıcaklığın daha fazla yükselmesini engellemezsek, yani üçüncü aşamaya geçmesine izin verirsek, malesef bu sefer elimizde hiç biochar kalmaz. Zira elimizdeki biyokütlenin neredeyse tamamen karbondan oluşan geri kalan kısmı, eğer sıcaklık daha da yükselirse, ya kristalizasyona uğrayarak yukarıda belirtildiği gibi amorf gözenekli yapısını tamamen yitirir, ya da oksijen ile buluştuğu anda cayır cayır tutuşur ve onca emek ile elde ettiğimiz “odun kömürü” ürünümüz, alelade bir “mangal kömürü” gibi yanmaya devam eder; ve sonuçta o güzelim “saf karbon kütlesi” kısa süre içinde tamamen yanarak ve ardında sadece bir avuç kül bırakarak, örneğin karbon monoksit veya karbon dioksit gibi çeşitli karbon gazları halinde atmosfere karışır, yiter gider.
Buyurun size iklim felaketine açık davetiye. Bu da ne yazık ki sanayi devriminden bu yana dur durak bilmeden işlediğimiz ekolojik cinayetler dizisine yeni bir cinayet eklemekten başka bir şey değildir. Günümüzde küresel ölçekte muazzam bir çevre sorununa yol açan bu duyarsızlık ve aymazlık, yani organik maddelerin ve fosil yakıtların “tamamen” yakılarak içeriğindeki “karbonun atmosfere salınması” işte bu üçüncü aşamada gerçekleşir.
Dolayısıyla yapılacak şey, daha doğrusu “yapılmayacak şey” belli. Yanma sürecinin üçüncü aşamaya geçmesine izin vermeden, yani ikinci aşama tamamlanır tamamlanmaz payroliz sürecini durduracağız, yani ateşi söndüreceğiz; böylece hem çevreyi ve doğayı kurtarmış olacağız hem de ikinci aşama sonunda elde etmiş olduğumuz “gözenekli saf karbon” yani odun kömürü ile birçok faydalı işler yapacağız. Bu faydalı ve güzel işlerin en başında ise “biochar” olarak, yani “tarım kömürü” olarak organik tarımda kullanımı gelmektedir.
Buraya kadar payroliz sürecini daha kolay anlatabilmek ve konuyu gereksiz yere karmaşıklaştırmamak adına, tipik bilimsel yaklaşımı izledik ve idealize etmeyi tercih ettik. Ancak gerçek yaşamda yüzdeyüz başarı diye bir şey olmadığı gibi, “mükemmel payroliz” sürecine de hiçbir sistemde rastlanmıyor; az da olsa çok da olsa illa ki fire veriliyor. Nihayet konuyu yeterince netleştirdiğimize göre, gerçek hayatta payrolizin sonucunda üç tür çıktı aldığımızı artık itiraf edelim: 1-yetersiz yanmış kesim yani payroliz sürecini yeterince tamamlayamamış kesim, 2-tam kıvamında yanmış yani biochar haline gelmiş kesim ve 3- aşırı yanmış ve kül haline gelmiş kesim. En güzel sistemi tasarlarken ve uygulamada en özenli bir şekilde yakıtı istiflerken ve yanma sürecini sonlandıracağımız zamanlamayı en hassas bir şekilde belirlemeye çalışırken, tüm amacımız 1. ve 3. maddelerdeki yetersiz yanmışların ve aşırı yanmışların oranını olabildiğince azaltmak ve 2. maddede tanımlanan tam kıvamında yanmış ve biochar haline gelmiş kesimin oranını olabildiğince yükseltmektir.
Peki başarı oranı düşükse ne olacak, dünyaya zarar mı vermiş olacağız? Ne yani, hiç yapmayalım mı?
Evet, başarı oranı düşükse, o oranda karbonu atmosfere salınmaktan kurtaramadığımız bir gerçek, evet belki buna biraz üzülebiliriz, ama bana sorarsanız gene de olaya olumlu tarafından bakmalı ve kurtardığımız kadarına sevinmeyi yeğlemeliyiz ve bizi yeterince tatmin etmeyen sonuçlarda da pes etmeyip biochar uygulamalarına devam etmeliyiz. Çünkü ilk denemede çok yüksek bir başarı beklememek ve başarı oranının deneyim kazandıkça gitgide yükseleceğini öngörmek gerekir. Ayrıca söndürme esnasında bile az miktarda külün akan suyla birlikte yıkanıp gideceğini; diğer yandan, yetersiz yanmış kesimlerin ise gerekirse bir kez daha payroliz işlemine alınabileceğini veya alınmayıp toprağa katılsa bile nihayetinde organik madde olarak toprağa veya bitkiye herhangi bir zarar vermeyeceğini belirtelim.
Biochar uygulamalarında asıl başarı ölçütlerini bu gibi “oran”larda aramak yerine bence güvenlikte ve süreç yönetiminde aramalıyız. İnsanın dili varmıyor ama, asıl kaygılanmamız gereken başarısızlık durumu bana göre, ateşin risklerini hafife alarak, özensizlik veya dikkatsizlik yaparak bir kazaya veya bir yangına sebep olmak, mala cana bir zarar vermek şeklinde olursa, işte o zaman gerçekten de üzülürüz.
Organik Tarım ve Kompost adlı çalışmada nasıl ki esas olarak komposta değil, ama “organik tarım” tercihine ve bunun ekolojik, ekonomik ve diğer bir dizi sonuçlarına işaret ettiysek; ve kompostlama faaliyetlerine başlı başına büyük bir anlam atfetmeye pek de prim vermeksizin, özellikle kompostun organik tarımdaki anlam ve önemine odaklandıysak; biochar çalışmamızda da aynı şekilde ana eksenimiz biochar değil, tüm derdimiz gene organik tarım tercihi. Zira, umursamazca doğadan uzaklaşarak gün be gün insanlığını yitirmekte olan bu kuşağı ilahi tasarımdaki özgün konumuna döndürecek ve yeniden “özgür ve onurlu insan” yapacak olan, Yaradan’ın bizim için tanımladığı “hak” rızık kaynaklarıyla yeniden buluşturacak olan yegane yol, ancak ve ancak yüzdeyüz organik tarımdır. Ve biochar, organik tarım açısından çok değerli bir “yardımcı” unsur olarak baştacı edilmelidir.
Bu arada, büyük insanlık açısından bir hayat memat meselesi olan bu tercihin sosyolojik, sosyoekonomik ve sosyopolitik ve her türlü yolu, yordamı, yöntemi falan filan, her biri aslında birer “teferruat” olsa da, elbette seçilen yöntemler de bu onurlu özgürleşme sürecinin ayrılmaz birer özelliği olacak; bence hiç kuşku yok. Ama elinizdeki bu çalışmanın ana teması bu konular değil. Bence, önce hedefi netleştirelim de, yöntem konusu daha sonra ele alırız. Yani, belirlediğimiz hedefe uzaktan ok mu atacağız, havadan öpücük mü yollayacağız, yoksa yanına kadar gidip hedefi avucumuza mı alacağız, kafese mi koyacağız; öfkeyle mi yoksa sevgiyle mi yaklaşacağız türünden sorulara, bilahare odaklanırız.
Sözün özü, kompost veya vermikompost veya biochar veya organik tarım bağlamında sözü geçen tüm diğer yöntemler elbette kendi başlarına da birer ekonomik veya ekolojik değer taşısalar da, bunların asıl anlam ve önemi organik tarıma yaptıkları katkı ile ortaya çıkar. Bu nedenle, kimse kusura bakmasın, gene ısrarla organik tarım diye tepinmeye devam edeceğiz.
Bu bağlamda tarım kömürü terimini duyar duymaz heyecana kapılıp Ajda’ya öykünerek aman kömür canım kömür tarzı şarkılar düzüp ayaklarımızın yerden kesilmesine meydan vermeden, bir an önce tarım ile kömürün ilişkisini masaya yatırmakta yarar var.
Paylaşın: