Bu çalışma 2019’da yayınlanan Organik Tarım ve Kompost adlı çalışmanın bir devamı olarak görülebilir.
Organik Tarım ve Kompost henüz taslak aşamasındayken, saygıdeğer komşum Mümtaz beye taslak metni sunmuş, değerli görüşlerini, eleştiri ve yorumlarını rica etmiştim. Ressamlık ve yazarlık gibi sanatsal yönleri de olan ve çok sayıda kitap yazıp yayınlamış, üretken ve deneyimli bir amatör yazar olan Mümtaz ağabey taslağı sabırla okuduktan sonra “evet, kitap bir boşluğu dolduruyor, yazın dünyamızdaki bir eksiği gideriyor ama kitabın kendisi eksik” diyerek, belki de birçok okur açısından karşılıksız kalacak olan bir beklentiyi dile getirmişti.
Kastettiği eksiklik, komposta ve kompost yapımına dair teknik ayrıntılardı, çünkü Mümtaz ağabey bir emekli kimya mühendisiydi ve teknik bir kafa yapısına sahip olduğundan her iddiayı sorguluyor ve her sürecin “nasıl” mümkün olduğuna veya mümkün olup olamayacağına odaklanıyordu. Kitabı okuyup da kompost yapmaya kalkışacaklar için yeterli know-how verilmemiş olmasını yadırgamıştı. Ben de kendisine cevaben “… teknik ipuçlarına girersem kitabın kapsamının çok genişleyeceğini ve amaçladığım formatın çok dışına çıkacağını…” anlatarak ve “inşallah bir dahakine” diyerek sohbeti noktalamıştım.
Doğrusu, metnin içinde her vesileyle internetteki pdf ve video kaynaklara göndermeler zaten yer almakta olup, meraklılar için google ve youtube başta olmak üzere başvurulabilecek platformlar fazlasıyla mevcuttu. Yine de görüşmemizden çıkan fikir güzeldi: organik tarım ile ilgili çeşitli konu başlıklarının her birinin kitaplaştırılmasıyla oluşacak bir organik tarım kitapları dizisi. Birçok okur açısından ne kadar da yararlı olurdu, değil mi? Peki, bu iş için doğru insan ben miydim? Bence kesinlikle hayır!
Haddimi bilirim; deneyimli, okullu, kariyerli, uzman bir ziraatçi veya biyolog olsam başka; ama bilim dünyasında bile yeni yeni yayılmakta olup bize kadar ulaşması ne yazık ki oldukça geciken bu innovasyon alanında, konuya karşı derin bir meraktan öte bir sermayesi olmayan bir emeklinin ahkam kesmesi ve teknik detaylara girmesi bence hiç de doğru olmazdı. Organik tarım ve kompost gibi konularda kendime biçtiğim misyon, akıllardan ziyade vicdanlara seslenmekten ibaretti. Bu arada temel bilgi seviyesinde ve işin abece’sine ilişkin birkaç tutam yüzeysel bilgi sunmanın yanısıra, “bilgiye etik yaklaşım” veya “etik-bilimsel” yaklaşım şeklinde niteleyebileceğim ve çok çok çok önemsediğim bir vizyonu da sunabilirsem ne ala, üzerime düşeni fazlasıyla yerine getirmiş olacaktım.
Üstelik, metnin birçok yerinde açıkça belirtmiş olduğum gibi, Organik Tarım ve Kompost kitabının asıl amacı da konuya dair bilgi sunmak falan olmayıp, tarım, gıda ve sağlık alanındaki sorunlarımızın ne kadar da ciddi boyutlarda ve nasıl da acil sorunlar olduğuna ve birbiriyle nasıl da ilişkili olduğuna dair toplumsal farkındalık yaratmak, daha doğrusu, münferit ve cılız boyutlarda ve büyük ölçüde sezgisel nitelikte olan bu farkındalığa elden geldiğince katkı sağlamaktı. Bu konuda kendi özel yaşamımızda bizzat yaşadığımız uyanış ve aydınlanma süreçlerimizi ve son bir iki yılda edindiğimiz özgün deneyimimizi anlatmak, “soruna bir de bu açıdan bakın” diye telkinde bulunmak, kısacası kendi anlayışımızı ve duruşumuzu paylaşmaktı. Bu bağlamda amaç, kitabı teknik ayrıntılara boğmak bir yana, tam aksine, teknik düzeyi olabildiğince düşük tutarak herkese hitap edebilmek ve çok boyutlu bu küresel sorunu dilimiz döndüğünce her yönüyle, yani ekolojik, ekonomik, politik, etik, dinsel, felsefi boyutlarıyla sergilemek; özellikle de, tüm bu boyutlara holistik, veya -Türkçe söylersek- bütünselci ya da tevhidi bir bakış açısıyla yaklaşarak, tüm bu farklı kulvarların aralarındaki ilintilere dikkat çekerek, en nihayetinde, sorunun -görebildiğimiz- yegane çözüm yoluna işaret etmekti.
Evet bütünselci bakış açısı, çünkü bu öyle bir sorun ki sekiz milyar herkesi aynı anda etkiliyor, ama malesef bireysel çözümü yok! Bir yandan kocaman kocaman iddialı laflar ederek, diğer yandan ise sadece hobi düzeyinde kalarak, biraz da sosyal medya muhabbetleriyle, bireysel veya grupsal düzeyde kalan faaliyetlerle belki kendi özel yaşamımızı sınırlı ölçüde etkileyebilecek ve belki manevi tatmin de sağlayacak ufak tefek birşeyler yapabiliriz, hatta bu yaptıklarımızla gurur duyabilir ve mutlu da olabiliriz; hatta mevcut sistem içinde böylesi münferit veya grupsal çözümlerden öte bir çaremiz olmadığı fikriyle kendimizi avutabiliriz, ama bana göre sadece oyalanırız ve kendimizi kandırmaktan öteye gidemeyiz; vatana millete hayırlı ve de tüm insanlığa yararlı gibi parlak nitelemelere layık, gelecek nesilleri bu zorlu açmazdan kurtaracak, anlamlı ve somut bir sonuç alamayız. Hatta yeşil gibi barış gibi birtakım cici kelimelerle kendilerini tanımlayan kimi ibretlik örneklere bakarsak, bazı küresel firmaların sosyal sorumluluk projesi dedikleri PR ve imaj çalışmalarına meze olmaktan kurtulamayız ve hiç istemediğimiz halde, uzun vadede doğaya faydadan çok zarar vermiş oluruz.
Çözüm için, evet her birey öncelikle kendi vicdanıyla başbaşa kalıp kendi kararını özgürce vermeli; ama iş uygulamaya gelince, malesef bireysel düzeyde çözüm arayışları nafile. Grupsal, sınıfsal, dinsel, ulusal veya kıtasal gibi, küresel yaklaşıma kıyasla daha dar ölçeklerde ele alınan tüm çözümler, köklü çözüm olmaktan çok uzak. Zira uygulamada ancak ve ancak tüm insanlık olarak elele verdiğimizde köklü ve gerçek bir çözüme ulaşabileceğimiz, ne fiziki ne de siyasi hiçbir sınır tanımayan muazzam bir küresel bela ile karşı karşıyayız. Sözün özü, hepimiz bir olmazsak, güçlerimizi ve gönüllerimizi birleştirmezsek asla kurtulamayacağımız, insanlık tarihinin en ölümcül meydan okumasının kıskacı altındayız. Gıda ve sağlık sorunlarımızın yegane çözüm yolu olan organik tarım devrimi için, mevcut sistem içinde ne yazık ki kalıcı, sürdürülebilir, net bir çözüm yok! Aklımızı ve vicdanımızı devreye sokup bu yegane ve kaçınılmaz seçeneği tüm netliğiyle ve berraklığıyla görüp bireysel zeminde içselleştirdikten sonra hem üreticiler hem de tüketiciler olarak ortak akıl zemininde biraraya gelip kafa kafaya vermekten ve bu insanlık davasında fikirlerimizi paylaşıp birbirimizi ikna etmekten başka bir şansımız yok. Çünkü bizler gibi sosyal bir canlı için bireysel kurtuluş sadece bir yanılsamadan ibaret; zaaflarımız nedeniyle bize belki zaman zaman kesin ve kalıcı kurtuluş seçenekleri gibi görünse de, bireysel çözümler ne yazık ki şeytanın habire kalbimize fısıldayıp durduğu uyduruk ve boş hayallerden öte bir anlam taşımıyor.
Bu yüzden kendi özel yaşamımızda bireysel veya grupsal düzeyde her ne yaparsak yapalım, nihai çözümün nerede olduğunu asla unutmadan yapmalıyız. Gıda ve sağlık sorunları karşısında kendimizi ve ailemizi korumaya çalışırken, bizleri ve gelecek kuşakları nihai ve kalıcı çözümden alıkoyabilecek geçici çözümlerin girdabından uzak durmalı, boş hayallerle kendimizi kandırmamalı, erişebildiğimiz kolaycı çözümleri meşrulaştırarak öfkemizi bastırmak yerine gücümüzün ve enerjimizin çoğunu asıl düşmanımızı haklamak için saklamalıyız. Eğer kaybettiğimiz anahtarı doğru yerde aramak yerine, kolayımıza gelen ama yanlış bir yerde ararsak, orada eskaza bir anahtar bulsak dahi, bilelim ki o anahtar muhtemelen bir başkasının düşürdüğü yanlış bir anahtardır, bizim kilidi açmaz.
Bu nedenle, havayla-suyla-ekmekle falan değil, sadece parayla beslenen malum küresel efendilerin bizzat sorunun kaynağı olduğu bu şeytani sistem içinde sıkışıp kalan çözüm arayışlarının varacağı nokta, yanlış bir çözümden başka bir şey değildir, derdimize deva olmaz.
Birbirimizi ikna etmeye çalışırken kolaycı yollara başvurup kaşlarımızı çatıp sesimizi yükseltmek fikri ise daha da kötü, zira bu hiç de bize göre değil, aksine tam da düşmana ait bir yöntem. Hem üstelik, eğer hayata güzellik katacak bir şeyler için çaba gösteriyorsak unutmamalıyız ki iyilik ve güzellik zorla olmuyor, ancak ve ancak gönüllü oluyor; yani hak zemininden ayrılmaksızın, gönülleri fethetmekten, bilinçleri ve vicdanları kazanmaktan başka çaremiz yok.
Organik Tarım ve Kompost kitabında “bu küresel bela insanlığı tevhide teşvik ediyor” derken kastettiğim de buydu:
ne zaman ki ekolojik sorunlar ekseninde inşallah tüm insanlığı kapsayıp kucaklayabilecek bir küresel birlik, kurumsallaşmış bir güçbirliği, akılların, vicdanların ve gönüllerin birliği, bir irade birliği ve eylem birliği kurulur; ve ne zaman ki hem doğanın kurtarılması için hem de insanın yeniden eşref-i mahlukat düzeyine yükselebilmesi için gerekenler bir an önce ve tüm hükümetlerin, tüm ulusların katıldığı ortak bir program dahilinde icra edilmeye başlanır; işte ancak o zaman somut ve kalıcı bir çözümün ışığı tünelin ucunda görüldü denilebilir.
Böylesi bir küresel tevhid başarılmadıkça, bilimde sağlanan gelişmeler, iyi tarım uygulamaları, innovasyonlar falan filan, evet asla ihmal edilmemesi gereken, ama çok da fazla anlam yüklenmemesi gereken ve ancak bir yere kadar etkili olabilen geçici birer mevzi kazanım niteliğindedir, o kadar.
İşte bu yüzden, Mümtaz ağabeyin eleştirisi bağlamında, okurlara kitapta teknik bilgi sunmak hiç önemli değildi, ki zaten kompost konusunda teknik know-how arayan meraklılar için amatör düzeyde olsun, akademik düzeyde olsun, ihtiyaç duyabilecekleri her türlü kaynak internette mevcuttu. Daha en başındayken, niyet edip klavyenin başına oturup yazmaya başlarken de derdimiz ne cümbür cemaat kompost yapmak ne de yapmayı öğretmek falan değildi; kitabın amacı sadece “faydalı bir hobinin tanıtımı” da değildi. Kompost konusunda toplumsal farkındalık yaratmak şeklinde belirlenmiş olan amacın arka planında, iyi tarım ve iyi gıdayı hedefleyen bu kutsal “iyilik-sağlık” davasında kompostun ve organik tarımın yerini, anlamını ve önemini, vazgeçilmezliğini, kaçınılmazlığını ortaya koymaktı; hayatın dayattığı bu tercihi fiilen yapmanın veya yapmamanın veya yapmakta gecikmenin olası sonuçlarını anlatmaktı; ve bunu becerebildiğimiz ölçüde ve mümkün olan en basit ve en anlaşılır tarzda, tane tane anlatmak ve olabildiğince sarsıcı bir etki yaratmaktı. Çünkü gerçekten de bir an önce silkinip kendimize gelmemizi gerektiren muazzam bir küresel bela karşısındayız. İşte bu yüzden de Organik Tarım ve Kompost teknik bir çalışma olmayıp, daha ziyade ekopolitik ve biraz da teofilozofik bir çalışma olarak tamamlandı, ve bence bu haliyle çok da iyi oldu. Bence literatürde eksikliği hissedilen, işte tam da buydu.
Peki ya kapakta görülen ve bu teofilozofik çerçeveyi tam olarak yansıttığını düşündüğüm ying-yang simgesi için ne dersiniz? Bunu, zıtların birliği ilkesinin bir ifadesi şeklinde ortaya çıkan ve sürdürülebilir tarımın ayrılmaz ikilisi olan yeşil ile kahverenginin aynı diyalektik yaratılış sürecinin iki farklı görünümünü simgelediği için; ya da bir başka şekilde ifade edersek, zaman ekseninde sarmal tarzda ilerleyen bir döngü şeklinde ortaya çıkan kesintisiz diyalektik bir süreç çerçevesinde birbirlerini üreten bitki ile kompostun, tek bir sistemin ayrılmaz unsurları olarak sürekli birbirine dönüşmelerini temsil eden bir grafik olduğu için seçtim. Ama kahverengi yerine belki de kompost rengi veya en güzeli “toprak rengi” demeliyiz, ki toprak baktığımızda renk renk görünüyor olsa da biz “hakikatli” toprağa yani “sadık yarimiz” iltifatını hak eden organik toprağa, renk tonu her ne olursa olsun “kara toprak” diyoruz.
Toprağın yeşile, yeşilin ise ömrünü tamamladığında gene toprağa dönüşmesi; yeşilin tohumunun toprağın içinde barınması, yeşilin yeniden toprağa dönüşümünün tohumunun ise doğduğu andan itibaren yeşilin içinde taşınması; Yaradan’ın tasarladığı adeta mükemmel bir devridaim makinası değil mi? Bu gerçekliği en güzel ifade eden grafik ise, doğu kültürünün bence en önemli kavramlarından olup eski Türk ve halı ve kilim desenlerinde de stilize edilmiş halde yer alan ve zıtlığı ve aşkı simgeleyen ying-yang değil mi?
Neolitik tarım devriminden bu yana onbin yıldır yaptığımız gibi, doğayı kendi haline bırakmayıp eğer tarım yapacaksak, lamı cimi yok, kesinlikle bu devridaime, bu doğal döngüye saygı gösteren bir yöntemle yapmalıyız; ki organik tarım işte bu haksever tercihin en özlü ifadesidir.
Organik tarım, bana sorarsanız, sadece sağlıklı yaşamı tercih ettiğimiz için, çocuklarımızı torunlarımızı çok sevdiğimiz ve onlara temiz bir dünya bırakmak istediğimiz için, insanlığın zincirlerinden kurtulup yeniden özgür ve onurlu konumunu elde etmesi için, veya bu gibi son derece haklı ve saygın gerekçelerle “tercih” ettiğimiz ve sanki birbirine eşitmiş gibi ele alınan çok sayıda seçeneklerimiz arasında saydığımız “seçeneklerden bir seçenek” olmayıp; bence hepsinin üzerinde tutmamız gereken, “evren-insan ilişkisi” çerçevesinde öncelikle kendi varoluşumuza saygı, doğaya saygı, doğayı paylaştığımız tüm canlılara saygı, rızkın sahibine ve nimetlerine saygı, Yaradana iman ve ilahi tasarımına saygı gibi etik gerekçelerle de, asla aksini düşünmememiz gereken ve asla taviz vermememiz gereken “yegane” seçeneğimizdir ve bu küresel beladan yegane çıkış yolumuzdur.
Ne yani; bize verilen nimetlere saygıyla şükretme sorumluluğumuz, bu nankör neslin sağlığından daha mı önemsiz? Yaşadığı dünyayı cehenneme çevirerek tercihini belli etmiş olan ve böylece öbür tarafta da cehennemi hak eden nankörlere hitaben “cehenneme kadar yolunuz var” dendiğinde, bunu hakaret addedip bunu diyenlere gönül koymaya kimsenin hakkı var mı? Hakseverler sadece, o elinizde tuttuğunuz ve kendi tercihinizle almış olduğunuz biletin üzerinde yazan destinasyonu ifade ediyorlar, darılmaca yok. Ama tabii ki, iş o kadar basit değil; çünkü Evrenin Sahibi sınırsız ve sonsuz bir merhametin de kaynağı. Cehennemin kapısına bir adım kala da olsa, hatta kimbilir, belki içine girdikten sonra da olsa, doğru yolu seçmemiz için asla geç değil. Bizim bu satırlardan ifade ettiğimiz nacizane önerimiz, tüm insanlığa çağrımız, her türlü bedeli göze alarak, yani Yaradana sığınarak, doğa ve insanlığın geleceği açısından en emin ve en doğru yolu seçmek. Çünkü doğa yoksa, insan da yok. Düşünebileceğiniz her türlü meşru, haklı veya akli gerekçeden önce ve de başka hiçbir gerekçe aramaksızın, işte sadece bu etik gerekçeler temelinde “doğa bize yeter” diyerek, doğa-dışı tüm bu kimyasal seçenekleri toptan reddeden kesin ve kategorik bir karşı duruşun, bu büyük sınavda insana en çok yakışan duruş olduğunu savunuyoruz. Günümüz koşullarında belki bu hiç de kolay olmasa da ve herkesin harcı olmasa da, insanım diyenlere yakışan duruşun böylesi kararlı ve sağlam ve ödünsüz bir duruş olduğunu görüyor ve bu satırlardan nacizane dile getiriyoruz, okurlarla paylaşıyoruz.
Bu arada, kısa, orta, uzun vadelere bakıp da küresel şeytanın sunduğu yapay ve sanal seçenekleri evirip çevirip ucuz menfaat hesaplarına teslim olanlar olursa, veya illa kimyasal ve yapay gıdalar ile beslenmeye çok meraklı olanlar varsa, bence sorun yok, herkes özgür; ama bu tercihlerini ancak ve ancak, herkese ait olan doğayı tahrip etmeden, havayı, toprağı, denizleri ve tatlı su kaynaklarını kirletmeden, bitki ve hayvan türlerini yok etmeden gerçekleştirebilirler ve vadeleri geldiğinde de tercih ettikleri destinasyona doğru güle güle yola çıkabilirler. Diğer insanların veya başka canlıların yaşam ortamlarını ve rızık kaynaklarını mahvetmeye hiç kimsenin hakkı yok; nokta!
Çok isteriz ama ne yapalım ki organik tarım insanlığı beslemeye yetmiyor bahanesiyle kimyasal seçeneklere yönelmenin faturası çok ağır. Küresel şirketlerin ve işbirlikçi siyasilerin ve bürokratların, elbirliğiyle bu zehirli ilaçları ve kimyasal gübreleri üretici çiftçilere dayatmaları, ve organik olmayan bu sağlıksız ürünleri pazarda tüketicilere dayatmaları, ve gelecek nesillerin de rızık kaynağı olan doğamızı, kara toprağımızı ve doğal tohumlarımızı acımasızca mahvetmeleri, ve nihayet tüm bu şeytani tezgahın sağlık alanındaki acımasız sonuçlarıyla sekiz milyar masumu karşı karşıya bırakmaları, 21 yy insanlığının karşı karşıya olduğu büyük bir sınav. Bu şeytani dayatmalara teslim olmak, veya sessiz kalmak, veya umursamamak, veya göz yummak, veya bu kahrolası sistemden nemalanmak uğruna söylem veya eylem düzeyinde destek vermek, bana göre, insanlığımızdan vazgeçmekle eşdeğer. Kitaptaki net ifadeyle “nankörlük” ile ve “aşağıların da aşağısı” konuma düşmeyi kabullenmekle eşdeğer.
Organik Tarım ve Kompost kitabının esas yazılış amacı da işte bu bağlamda okuyucuyu uyarmaktı. Komposta dair bilgi sunmaktan çok daha önemlisi, işte bu teofilozofik mesajı vermek, bu büyük insanlık sorunun etik boyutlarını en basit tarzda ve olanca netliğiyle kamuoyuna ve dünya insanlığına haykırmaktı. Sadece okumuşlara değil, bence haksever her insana düşen bu insanlık görevini ben de kendi köşemden elimden geldiğince yapmaya çalıştım. Bunu ne kadar becerebildiğimi şu satırlardan öznel yorumlarla ifade etmek bana düşmez ama nihayetinde bir çığlık niteliğinde iyi-kötü nacizane bir eser ortaya çıkmış oldu. Bir kişi bile okusa kardır diye bakıyorum. Bugüne dek yaptığım hataları telafi eder mi diye soracak olursak, hayır sanmam, ama hiç yoktan iyidir diyelim. Çok şükür.
Ne yazık ki, yayınlama aşamasında bir kez daha gördüm ki, kompost konusunda daha önce yayınlanmış Türkçe eser sayısı çok azdı; üzücü olan buydu. Evet, akademik dünyadan bazı pdf kaynaklar vardı, bunlar genellikle soğuk bir üslup ile kaleme alınmış -çoğu da malesef basit düzeyde- teknik metinlerdi. Ve evet, amatör doğaseverlerin kendi web sitelerinde içten ve samimi bir üslup ile paylaştıkları bilgi ve deneyimler, kalplerinden geldiği besbelli sıcacık metinler de vardı. Ve evet, bazı ticari web sitelerinde de komposttan söz eden ve bir şeyleri pazarlamayı amaçlayan, profesyonelce hazırlanmış kısa metinler de vardı. Ama gençleri, çocukları, sokaktaki adamı, mutfaktaki ev hanımını, günlük geçim derdine düşmüş, dünyadan bihaber sadece ekmek için çırpınan gariban vatandaşı uyarmayı amaçlayan, yediden yetmişe herkesin belası olan şu sağlık sorunlarının kökeninde aslında zehirli tarım ilaçlarının ve kimyasal gübrelerin olduğunu net bir dille ifade eden, ama bu derdin bir dermanı da olduğunu anlatan ve köktenci bir yaklaşımla gerçek çözüm yolunu gösteren bir kitap, ne yazık ki yoktu. Sıradan vatandaşın görüp görebileceği sadece, ana akım medya kanallarında yayınlanan ve rating amacıyla koparılan harra gürra arasında konuyu kısmen sulandıran ve bulandıran ve belki de kamuoyunu adeta kanıksatarak direncini kırmayı veya bezdirerek kabullendirmeyi amaçlayan -veya bana öyle gelen- çoğunlukla harcıalem programlardı ve bunların dışında dikkate değer bir kaynak görmek mümkün değildi.
Peki, gözleri bağlanmış bir halde, tüm hızıyla uçuruma doğru koşmakta olan bir koyun sürüsü misali, bu denli çaresiz ve savunmasız bir kitle profili karşısında siz ne yapardınız? Umursamayıp duyarsız mı kalırdınız, deniz kenarında uzanıp dalgaların sesini dinleyerek keyfinize mi bakardınız; veya bu küresel cinayete sırtınızı dönüp kendi işinize mi odaklanırdınız?
Birinin durumdan vazife çıkarması ve bir şeyler söylemesi gerekiyordu. Bu konuda çok sayıda İngilizce kaynak olmasına karşın ne yazık ki doyurucu miktarda Türkçe yayın yoktu ve sonuçta ihalenin bir emekliye kalmış olması, bence hiç kimse için bir gurur vesilesi olmasa gerek. Bildiğim kadarıyla Organik Tarım ve Kompost adlı çalışma, kendi türünde bir ilk olsa da “inşallah devamı gelir” diyelim, sistemin kalıplarını reddeden vicdanlı aydınlar, özgür düşünceli genç akademisyenler, inşallah zaman ayırırlar da bu konuda daha nice eserler yazılır ve yayınlanır ve yazın dünyamıza kazandırılır diye umalım. Çünkü gıda, sağlık ve tarım konusunda milletçe bir an önce uyanmaya fena halde ihtiyacımız var. Aksi halde bu gidişle belki de bir kuşak, yani düz hesapla en çok yirmi yıl sonra bize ne doktorlarımız yeter, ne de hastanelerimiz.
Eyy, torun torba sahipleri, sizler de uyanın! Kendi kuşağınıza ait günahların vebalini genç kuşakların sırtına yıkıp köşenize çekilmek yok! Yaşam sahnesinden tamamen inmeden üzerinize düşeni yapın ve siz de bu kutsal davanın bir ucundan tutun. Çözüm yeni yeni hastaneler değil, zira bize tedavi edici değil önleyici çözümler, kalıcı, sürdürülebilir ve insanca çözümler lazım. Yerli ve yabancı yatırımcıların iştahını kabartan sağlık sektörü bugünlerde belki de en karlı yatırım alanı gibi görünse bile, bu gidişle toplam sağlık harcamalarımızın pek yakında karşılığı ödenemez noktaya gelebilmesi, yani yoksul ülkemizin altından kalkamayacağı boyutlara ulaşabilmesi ihtimalini kimse gözardı etmesin.
Gerçi pek de kitap okumayan bir toplum olduğumuz gerçeği karşısında, kitaptan ziyade eğitici ve farkındalık uyandırıcı tv programları bence daha da önem kazanıyor. Değerli gazeteci Cem Seymen kardeşimizin hazırladığı ve o muazzam enerjisiyle pazar akşamları sunduğu o harika programlar gibi yeni tv programlarının üretilmesi, bence yeni yayınlanacak kitaplardan daha önemli ve değerli olacaktır. Sözün özü bu konuda yapacak çok iş var. Yeter ki -program yapımcıları olarak- yapmak isteyelim ve yeter ki -izleyiciler olarak- talep edelim ve sorgulayıcı ve eleştirel bakış açısıyla izleyelim.
Şimdi biraz da, Organik Tarım ve Kompost kitabının yayın sürecinden söz etmekte ve amatör bir yazarın eserini yayınlama mücadelesinde gösterdiği çaba ve edindiği deneyimi paylaşmakta, bence büyük fayda var. Taslak tamamlanınca, pdf ve doc dosyaları, bildiğim yayınevlerindan başlamak üzere belki de otuz-kırk yayınevine gönderdim. Doğrusu, büyük çoğunluğu yanıt bile vermedi; birkaç yayınevi nazik bir dille, çalışmayı beğendiklerini ve yayınlamak istediklerini ama maddi imkanlarının şimdilik uygun olmadıklarını belirttiler, bir grup yayıncı da “yayına hazır kitap kuyruğu” dolayısıyla altı ila dokuz ay gibi ileri tarihlerde değerlendirebileceklerini belirttiler. Adeta bütün yollar kapalıydı. Basılı kitap olarak yayınlama umudunu yitirince sonunda digital dünyadaki imkanları kullanarak uluslararası self-publishing platformlarında pdf ve epub formatlarında e-kitap olarak yayınladım ve bir bakıma rahata erdim. Fikirlerimi yazıya dökerek bir iyilik yapmış ve denize atmıştım, gerisi Allah’a kalmıştı.
Ama gene de, https://kompost.home.blog sayfasında ve internetteki e-kitap portallerinde yayınlamakla yetinmedim. Bunun yanısıra, yeni amatör yazarlara ücretli servis veren yayınevlerine de başvurdum. Metin düzenlemeyi ve kapak tasarımını da kendim yaptığım için yayınevine ödemem gereken servis bedeli emekli maaşını pek de zorlamayacak makul bir düzeyde kaldığından, cüz’i bir ücret ödeyerek basılı kitap olarak da yayınlamaya karar verdim. Daha önce ücretsiz e-kitap olarak yayınlanmış olması nedeniyle yayıncının gelirini haliyle olumsuz etkileyeceği için telif ücretinden de seve seve vazgeçtim. Zira fikirlerimi yazıya dökerken tek amacım paylaşmaktı, para kazanmak asla aklıma bile gelmemişti. Sadece o da değil; şahsıma yönelik bir övgü veya takdir peşinde bile olmamıştım ki, oldukça sakin ve belki münzevi bile denilebilecek yaşamımda genelde rahatsız edilmemeyi tercih ettiğimden dolayı “organik tarım” teriminin kısaltması şeklinde bir pen-name kullanmayı yeğlemiştim. Amatör bir yazar zaten eserinin okunmasından başka ne ister ki?
Uzun uğraşlar sonunda, basılı kitap olarak da yayınlanması hoşuma gitmişti. “Sıradaki gelsin” moduna girmiştim.
O günlerde organik tarıma ilişkin olup da üzerinde yoğunlaştığım ve bilgi edinme sürecinde olduğum çeşitli konular arasında öne çıkan konu biochar idi (okunuşu: bayoçar veya biyoçar). İnsan okudukça, öğrendikçe, önemini ve değerini kavradıkça, ülkemize, dünyamıza olası yararlarını anladıkça, herkesle paylaşmak istiyor. İşte böylesi sosyo-psikolojik motivasyon dinamikleri arasında kendiliğinden ve bir anda uyanan bir dürtüyle gene emektar bilgisayarın başına oturdum ve bir kez daha kelimeler ardarda akmaya, aklın ve vicdanın filtresinden geçmiş fikirler klavyeden ekrana dökülmeye başladı. Başlamak bitirmenin yarısıdır sözü doğruysa, yarısı bitti bile! İşin sonunda, içeriğiyle veya edebi düzeyiyle acaba paylaşmaya değer bir şeyler çıkacak mı, yayınlamaya değecek bir ürüne, bir yazın eserine dönüşebilecek mi, doğrusu merak ediyorum. En azından gene ücretsiz e-kitap olarak literatürde yerini alır, beğenen okur, beğenmeyen okumaz.
Aslına bakarsanız, sonuçta nasıl bir şey çıkacağı veya edebi kalitesi falan, şu anda klavye tıkırdamaktayken çok da derdim değil; tek derdim, güzel bir fikri paylaşmak. Bunca gayret, gördüm göreli o kötücül güç odaklarının sosyo-psikolojik etkisini bir türlü kıramayan bu cefakar toplumda eğer duyarlı bir iki doğaseveri daha organik tarım, kompost, biochar gibi önemli konularda aydınlatabilirse, hiç değilse farkındalık yaratabilirse ve sonuçta doğaya ve dünyaya yararlı bir takım etkileri olursa, örneğin birkaç kişinin daha sağlığını kurtarmaya vesile olabilirse, yetmez mi; ve şuncacık çabaya değmez mi? Denize atmak üzere iyi bir şeyler yapmış olmak, köşesine çekilmiş bir emekliye bence yeter de artar; gerisi Allah’a kalmış. Hem şu anda, kafamdakilerin ekrana dökülmekte olduğunu görmeye başladım ya, ne mutlu bana!
Bu arada, ilk baskıda ne yazık ki ihmal ettiğim bir not olarak, Organik Tarım ve Kompost kitabına dair yorum ve eleştirilerinizi
https://kompost.home.blog/contact
sayfasından iletebileceğinizi, ama ne okumaya ne de yanıtlamaya söz veremeyeceğimi belirtmeden geçmeyelim. Yorum ve eleştirileriniz için şimdiden teşekkür ederim.
Paylaşın: