Bu bağlamda, yakın zamanda küresel ölçekte endüstriyel tarıma geçilmesinin de etkisiyle tarımda sorunlarımız ağırlaştıkça bir takım çareler aranmış, topraktaki organik madde oranını artırma kaygısı gündeme oturmuş, kömür madenlerinde kömür katmanları arasında yer alan leonarditin değeri anlaşılmış ve yüksek oranda humik ve fulvik asit gibi organik madde içeriği dolayısıyla tarımda kullanılmaya başlanmış. Eyvallah, tarım da kazansın, sevgili madencilerimiz de kazansın. Lafımız yok. Ama çok çok iyi bir şey olsa bile, gene fosil kaynak gerçeği ve gene sürdürülebilirlik sorunu karşımıza çıkmıyor mu?
Bir ara tarımda linyit kullanımı da basında yer aldı. Linyiti genelde tipik torf bölgelerinde bulunan kömürleşmiş organik maddeler, veya kömürün oluşum sürecinde “leonarditin bir sonraki aşaması” diye tanımlarsak yanlış mı olur, yoksa leonardit mi linyitin bir türevi, inanın tam bilemiyorum, ama her ikisi de kömürgiller ailesinden olan bu gibi maddelerin tarımda kullanımının erdemlerine dair bilimsel yayınların da, kamuoyunu hedefleyen medyatik “bilgilendirme” yayınlarının da bu kampanyaya eşlik etmesine şaşırmalı mıyız? Deyim yerindeyse medya ve akademi dünyası bu yeni ürünler için madenciler adına elinden geldiğince PR yaptı. Ama tabii kimyasal gübre sanayinin kuyruğuna çok fazla basmayacak ölçüde. Nihayetinde patronların da en tepesinde küresel boyutta bir patron var, ondan izinsiz iş çevirmeye kalkanlara ibretlik cezalar da kesilir, iflas da ettirilir, oyun dışına da atılır; hani şu bildiğiniz şeyler.
Toprağın altından çıkarılan karbon türevlerinin tarımda kullanılma amacıyla gene toprağa verilmesinde ilk bakışta belki bir sakınca görülmeyebilir, ama madencilik faaliyetleriyle ortaya çıkan bu ürünlerin yenilenebilir olmayıp toplam rezerv miktarı bakımından sınırlı olması ve toprağı altüst ederek elde edilmesi, bu süreçte toprakta süregelen yaşamları olumsuz etkilemesi gibi gerçekleri de gözardı edemeyiz. Toplam su kaynaklarının neredeyse dörtte üçünün tarımsal faaliyetlerde kullanılmasından yola çıkarsak, endişem o ki, bu gibi fosil maddeleri kullanmaya bir başlarsak var ya, eyvah, tarıma kömür yetiştirmeye şimdiden can atan madenciler sayesinde memleket kısa sürede köstebek yuvasına döner. Dahası, eksileri ve artılarının, etkileri ve sonuçlarının ne kadar olumlu veya olumsuz olduğunu bilimsel olarak değerlendirmeden, akademik ve bilimsel araştırmaların hani sıkça tanık olduğumuz üzere ürünlerini satmak isteyen madencilerin hediyeleriyle yazılıp yazılmadığına emin olmadan, bodoslama ataklarla uygulamaya geçemeyiz. FaydalıyMIŞ diyerek, yeterince emin olmadan kömür ve türevlerini kullanmak acaba tarım ürünleri ve toprak üzerinde kısa, orta ve uzun vadede nasıl etkiler yapar, bunları yeterince bilip anlamadan adım atamayız. Ayrıca, tarımsal süreçlere dahil edilen bu kömür türevlerinin içeriğindeki karbonun, hasat dönemi sonunda ne oranda yeniden atmosfere salındığının da bilinmesi gerek.
Ülkemizdeki düşük enerjili linyiti değerlendirmek üzere ve de ekonomik kaygılarla hazırlanmış olan, tarımda kömür kullanımına dair internette gözüme çarpan bazı pdf raporlara veya araştırma sonuçlarına baktığımda gördüğüm, 1- bu çalışmaların ardındaki tek pazarlama kozunun kömürün içeriğindeki olası organik maddeler ile sınırlı olması; 2- genelde sadece linyit ve türevlerinin humik asit ve diğer organik madde içeriğine yönelik bilgiler sunmaları; diğer yandan ise, 3- bu raporların yazarlarının kömürün bilinen kimyasal değerlerinin ötesinde, biochar örneğinde olduğu gibi “biyolojik katkısından” yani biyokömür olarak kullanılması durumunda söz konusu olabilecek mikro-biyolojik öneminden tamamen bihaber olmaları.
Buna üzülmekle birlikte, doğrusu hiç şaşırmadım, zira ziraatçilerimiz de tarıma zaten aynı şekilde, kimyasal gözlüklerle bakmıyorlar mı?
Tarıma olası etkilerinin haricinde, kömür mü, biochar mı, bunların farkı ne, hangisi olumlu veya olumsuz gibi konuları değerlendirebilmek için öncelikle, bu ürünlerin iklim üzerindeki, yani karbon döngüsü üzerindeki etkilerine de bakmalıyız. Zira bu açıdan bakıldığında aralarında çarpıcı bir fark var.
Toprak altında yatan karbon kütlelerini yerinden çıkarıp toprak üstünde yürütülen tarım faaliyetlerinde kullanmak, nereden bakarsanız bakın, karbon pozitif bir faaliyettir; yani atmosferdeki karbon miktarını az veya çok, ama kesinlikle artırır.
Biochar uygulamaları ise zaten toprağın üzerinde ve biyokütle içinde bulunan ve zaten karbon döngüsü içinde yer alan “biyo”karbon kaynaklarını kullanır. Eninde sonunda mutlaka yeniden atmosfere dönecek olan organik biyokütle içindeki karbonun bir kısmının sabitlenerek yeraltına yerleştirilmesinden ibarettir ve kesinlikle karbon negatif bir faaliyettir; yani atmosferdeki karbon miktarını az veya çok miktarda, ama kesinlikle eksiltir.
Görülüyor ki, ekolojik bakış açısından ve iklime etkisine baktığımızda, niteliksel olarak bu ikisi arasında tam bir zıtlık söz konusu.
Tarıma etkisine gözümüzü çevirdiğimizde ise, ister istemez toprağın altındaki mikrobiyolojik yaşama etkilerinin mahiyeti gündeme geliyor. Evet, hidrokarbonlardan da karbonhidratlardan da bildiğimiz üzere, karbon en genel anlamda bir enerji kaynağıdır; ama bitkiler ihtiyaç duydukları enerjiyi güneşten alır, karbonu da atmosferden edinir, karbonhidrata dönüştürür ve kısmen kendi dokularında kullanır ama kısmen de kökleri çevresinde bulunan mikro-organizmalarla simbiyotik ilişki kurmak üzere değerlendirirler. Bu çerçevede bitki, köklerinden salgıladığı besin öğeleri sayesinde toprak mikro-organizmalarıyla ilişkisini “yönetir”; ve bitki, ihtiyaç duyacağı maddeleri kendine sağlayacak olan organizmaların bu alışveriş esnasında kendisinden istediği/isteyeceği karbonhidratları sunarken elbette seçici davranır. Bu ilişkiyi yok sayarak, toprakta zaten bitki ile simbiyotik bir ilişki içinde yaşam süren mikro-organizmaları dışardan beslemeye kalkarsak veya mikro-organizmaları yok sayıp bitkiyi bizler bizzat doyurmaya kalkışırsak, bebeği kaşıkla beslercesine onları yapay yollarla beslemek suretiyle bitkinin ve mikro-organizmaların bu paylaşım ilişkisi içinde birbirlerine sunduklarından daha farklı kaynaklar sunarsak, işte o zaman, bitkiyi de mikro-organizmaları da doğal yaşam süreçlerinden koparmış oluruz ve işin sonunda bayiye gidip kimyasal gübre almaktan başka çaremiz kalmaz.
Doğaya müdahale etmeyelim, fıtrata güvenelim diyorsak, bu güveni göstermenin yeri işte tam da burası. Bitkiyi besleyecek olsa dahi, yeraltından karbon kütlelerini çıkarıp hesapsızca toprağa serpiştirmenin sonuçları hiç de beklediğimiz gibi olmayabilir. Oysa biliyoruz ki, genel kural olarak tüm diğer elementler gibi o karbon zerrelerinin de zaten “suda çözünür” olması haricinde bitkilerce değerlendirilme şansı pek yok.
Peki, bitkilerin işine yaramayan o karbon zerreleri, acaba mikro-organizmaların işine yarayabilir mi? Mesela madencilere sorsak, acaba Leonardit veya kömür katmanlarının üzerinde bakteri veya mantar kaynadığı hiç görülmüş mü?
Kısacası, eğer suda çözünür bir bileşik halinde değilse, ne karbonun ne de toprağa saçtığımız herhangi bir elementin, bir besin olarak pek de bitkilerin işine yaramayacağı aşikar. Görülüyor ki “tarımda kömür kullanımı” çok da iyi bir fikir değil; en hafif ifadeyle “kuşkuyla” yaklaşılmayı hak ediyor. O halde yazar acaba neden biochar diyor da başka bir şey demiyor? Evirsek de çevirsek de bir karbon kütlesinden başka bir şey olmayan biochar, acaba ne işimize yarayacak?
Bir önceki bölümde biochar’ın asıl erdeminin saf karbondan oluşması falan olmadığını, delikli ve gözenekli bir yapıya sahip olmasının, onu biochar yapan başlıca niteliği olduğunun altını çizmiştik. Bunun anlamı ise toprak-besin-ağı bağlamında, toprağın bağrındaki mikrobiyolojik yaşama hem bir katalizör etkisi ve hem de bunun yanısıra, mikro yaşama sürekli ev sahipliği yapan bir malzeme olarak kullanılabileceği gerçeğidir. Biochar’ın toprağa uygulanmasının temel nedeni, onun tam da bitkilerin ağzına layık bir besin olması falan değil, yapısı ve dokusu bakımından, organik tarımın temel direği olan mikro-organizmalara harika bir yaşam ortamı sunmasıdır. Peki, madencilik faaliyetleriyle yeraltından çıkarılan kömür türleri böylesi bir yaşam ortamını sağlayabilir mi? Asıl soru bu.
Dolayısıyla, kömür türleri arasında net bir ayrım yapmalıyız ve muğlak bir genellemeyle “tarımda kömür kullanımı” değil, net ve köşeli bir ifadeyle organik tarımı destekleyici bir unsur olarak “tarım kömürü” kullanımından söz etmeliyiz.
Karbon döngüsü çerçevesinde oynadıkları role baktığımızda ise zaten aradaki muazzam farkı hemen görüyoruz. Odun kömürü dediğimiz kömür türü asla bir “maden” değildir, yeraltından çıkarılmaz, yerüstünde üretilir. Aradaki fark, tıpkı yeraltından çıkarılan petrol ile yerüstünde üretilen biyoyakıt arasındaki fark gibidir. Yani, biochar veya biyoyakıt türlerinin kullanımı mevcut karbon döngüsü içinde yer alır, toprağın altında kuzu kuzu yatan fosil karbon kaynaklarının yeraltından çıkarılıp atmosfere salınması gibi karbon pozitif bir etki yapmaz.
Biochar’a dair ayrıntıları diğer bölümlere saklayalım ve bu bölümde yeri gelmişken bir kez daha vurgulayalım: biochar köken itibariyle odun kömürüdür diye hemen her tür kömürün üzerine atlayıp “tarımda kömür” kullanımına özenmenin alemi yok; zira biochar çok özel bir “tarım kömürü” ve bu çok özel niteliğinin onun bir tür kömür olmasıyla da hiç ama hiç ilgisi yok.
Tarım ile odun kömürünün aynı cümle içinde birlikte anılması karşısında tüm duyargaları iştahlanan kömür madeni sahipleri hiç heveslenmesinler; bu kömür başka kömür.
» “Odun Kömürü” mü, “Tarım Kömürü” mü?
Paylaşın: